"...ama herhalde Sam'in gözleri açıktı gene onlardan da kulübeden de ileride, bir ayının ölümüyle bir köpeğin ölüşünden daha ilerlerde gördüğü o derin bakışıyla."
De Yayınevi baskısıyla okudum, 19. Yüzyıl nostaljisini hissettirdi bana. Kitabı zaten çevirileriyle ünlü olan Murat Belge çevirmiş, bu yüzden kaliteli bir çeviri olduğunu söylememe dahi gerek yok sanırım. Hatta Murat Belge dışında bir çevirisi yoksa gerek de yok. Kitaba gelirsek;
“Go
Down, Moses” adıyla 1942’de yayınlanan ve birbirleriyle alakalı yedi hikayeden
oluşan öykü kitabının (roman diyenler de var) en uzun hikayesi aslında “The
Bear”, fakat öyle ünleniyor ve övülüyor ki sonraları ‘novella’ olarak tek
başına da basılıyor. Faulkner’ın en iyi eseri olduğunu iddia edenlerden tutun
da ekokritik edebiyatın baş tacı olduğunu söyleyenlere kadar hakkında birçok
denen şey var. Övgüye değer mi konuşmadan önce kitapta neler olduğuna bakarsak:
(Spoiler
içeriyor.)
En
genel tabiriyle bir av-avcı hikayesi bu, Koca Ben isimli ormanın en güçlüsü bir
ayı var ve karakterimiz Isaac’in 10 yaşından itibaren içinde bulunduğu avcılar
için adeta bir ölüm kalım meselesine dönüşmüş durumda Koca Ben. Her yılın kasım
ayında toplanıp ormana yalnızca Koca Ben’i avlamaya gidiyorlar ve bu artık
onların dini bir ritüeli haline gelmiş gibi. Kitabın başlarında Isaac yaşı
küçük olduğu için henüz ayıyı avlamaya gidemiyor fakat geri gelmelerini
beklerkenki düşünceleri kitabın ana temasını oluşturuyor: Herkesin ayının
ölümlü olduğunu ummasına rağmen içten içe ölümsüz olduğuna inandığını, yine
ayıyı öldüremeden geleceklerini, zaten kimsenin bunu istemediğini, ormana
yalnızca yıllık törenlerini tamamlamaya gittiğini düşünüyor. Gidişlerini tam
olarak şu sözlerle tanımlıyor Isaac-Faulkner: “Koca ayının öfkeli ölümsüzlüğüne
yapılan yıllık tören-tapınma.” Bu şekilde yıllar geçiyor ve Isaac bu törene
katılacak yaşa geliyor. Yılların verdiği yaralanlamalar ve yorgunluk ile ayı
artık eskisi kadar güçlü değil ve gerçekten de bir gün ayıya bana göre
hikayenin en önemli ikinci karakteri Boon öldürücü darbeyi vuruyor. Fakat
kitabın “doruk noktası” gibi gözüken bu sahnesi hiç beklendiği gibi
gerçekleşmiyor, sessiz ve sakince, sanki bir şeyler yanlışmış gibi. Ardından
Isaac daha da büyüyor, kitabın sonlarına doğru bütün cümlelerin, eylemlerin,
noktalama işaretlerinin karıştığı bir bölümde kitabın manasını ortaya çıkaran
toprak ve insan düşüncelerini okuyoruz Faulkner’dan. Kitap ayıyı öldüren
Boon’un Isaac’a ormandaki sincapları ellememesi için bağırışıyla sonlanıyor.
Burada
elbette muazzam bir alegori var. Ayı ölümsüz, yenilmez nitelikleriyle doğayı sembolize
ediyor, avcılarımız ise doğanın avcısı olan insanlığı. Doğayı kontrol etme
isteği insanoğlunun, öyle bir hal alıyor ki güdülerin önüne geçiyor ve insanı
kontrol etmeye başlıyor. Fakat nihayetinde bunu başardıklarında ortaya çıkan
sonuç pek de iyi olmuyor, verilen onca kayıp ve üzüntüler kişiyi düşüncelere
sevk ediyor. Isaac burada bana göre bir peygamber görevi görüyor, her şeye
tanıklık etmiş, çıkarları ve hataları görmüş, olgun değilken ses çıkaramamış
olanlara fakat olgunlaştığında düşüncelerini, herkese karşı olarak, ortaya
koymuş, toprak ve köle sahipliğini kesin olarak reddeden, dini simgeleyen bir
karakter. İnsanı Tanrı’nın kendi varlığını dünyada temsil etsin diye
yarattığını söylüyor, toprağa ve diğer insanlara sahip olsun diye değil. Ve istemiyor
ona kalan mirası, onun istediği ormanı son bir kez görmek yalnızca, özür
dilemek için değil belki ama, hüznünü göstermek için en azından. Fakat değiştiremiyor
hiçbir şeyi elbette, bunu da büyük bir ustalıkla gözümüze çarpıtıyor Faulkner
Boon karakteri ile. Hani şu ayıyı öldüren, doğayı kontrol etmeyi başaranlar var
ya! Bir kere almış bunun tadını, gözü dönmüş bu noktadan sonra, Isaac’a bağırıyor,
defolmasını söylüyor bu ormandan: “Birine bile dokunamazsın! Benim onlar!”
(Spoiler
bitiyor.)
Tanımlamam
gerekirse bu kitabı, ‘güzel bir sanat eseri’ derim. Sade, çarpıcı, binlerce
sayfalık kitaplara eşdeğer ve olması gerektiği kadar zor ve en önemlisi
kitapların büyük çoğunluğunun aksine bir sanat eseri. Faulkner’a şapka çıkarmak
gerekiyor gerçekten. İyinin kötünün dışında, edebiyat nasıl yapılır gösteriyor herkese.